12 Mart 2011

Yansıma

Yansımış,
ters yüz olmuş,
asıl ve suret birbirine girmiş,
ne yandan baksan aynı olmuş,
karışmış,
siyah beyaz olmuş.
Yansımada gizli birşeyler varmış, bakmayı bilen gözler içinmiş.

Boş beleş

Boş beleş bir günün boş beleş akşamında, boş beleş bir uykudan önce, boş beleş şeyler yazan boş beleş adam, yarın yaşayacağı boş beleş günü düşünüyor...

10 Mart 2011

O, aynanın arkasındaki gölge

O, aynanın arkasındaki gölge, olduğu yerden sessizce çürümüş dünyaya bakıyor.
Hissiz, duygusuz...
Görünen sureti kanlı canlı hala, oysa görünmeyen gizli bir gölge o.
Bekliyor... Sessizce...
Güçlü, dirençli.
Çünkü beklentisi yok, diyeti yok... Sadece bekliyor, bekleyecek.

06 Mart 2011

Dünyanın sonu

Dünyanın sonuna gelmiş olmalıyız. Yaşadık ve bitti.
Başka nasıl açıklanabilir?
Hissedemiyorum, etrafımda yeni ve modern hayata dair şeyler varken. Tuğla binalarda, cam binalarda, plazalarda, kalabalık koşuşturmacanın arasında hissedemiyorum. Sadece doğada, ağaçların altında, toprağın üzerinde, hayvanların masum gözlerinde ve sadece yüzlerce yıllık eski taş binaların arasında hissedebiliyorum sanki. Sanki insanların içi boşaldı, insanlardan yayılan her ne idiyse o bitti, yavaş yavaş azalıp kaybolan güzel bir çiçek kokusu gibi, boşluğa yayıldı ve gitti. Yeni ne varsa boş. Ne akıl kaldı, ne felsefe, ne iyi niyetler, ne duygu, ne sıcaklık.
Sanki o eski güzel yılların insan sıcaklığı, o hayat kokusu, eski şeylere sinmiş. Sanki ağaçlar, toprak, imdat dercesine kendilerinde ne varsa sunuyorlar dünyaya; hisseden, duyumsayan kimler varsa anlasınlar diye, birşey yapsınlar diye.

Belki de elektromanyetik dalgalar herşeyi söndürdü. İnsanları ezdi, inceltti, eskiden olduklarının gölgeleri haline getirdi.
Eskiden de cahildi insanlar, ama bu kadar yoz muydu? Eskiden de zorluk çekerdi insanlar, didinirdi daha iyisi için, ama bunca onursuzluk pahasına mı? Bu kadar çok ama bu kadar boş konuşulmazdı sanki. Bu kadar birbirini dinlemeden, hiç ama hiç anlamadan, boş boş yüz yüze bakmazdı. Hiçbirşeyimiz doğal değil. Özümüz bozuldu, mutasyona uğradı, temel varoluş gayretlerimiz değişti.

Bıkkınlık, Bıkkınlık ve daha fazla BIKKINLIK

Çok saçma ve çok sıkıcı ve çok gereksiz ve çok anlamsız ve çok amaçsız ve çok yararsız ve çok boş ve çok işe yaramaz ve çok yavan ve çok sanal ve çok verimsiz ve çok tatminsiz...
Nedir bu yaptıklarımız, sabah akşam gece sabah akşam gece... neye, nereye, niye...
Yavan... Evet en güzel kelime bu, yavan... Pek az his, pek az duygu, pek az istek, pek az neşe, pek az coşku, pek az gerçek amaç...
Herkes anlamsızca yuvarlanıyor etrafta. Kafasız tavuklar gibiyiz. Yaptığımız hiçbirşey mantıklı değil. Kazan ve harca, daha çok kazan daha çok harca. Önce sadece zamanını kirala, sonra daha fazlasını, sonra aklını, düşüncelerini, sonra ruhunu, amaçlarını, umutlarını... İçi boş bir makine haline gel. Ama küçük burjuva hayatına devam et, AVM'lerde dolaş, alışveriş yap, kahve iç, bruch'a git, eve pizza söyle, güzel bir şarap al, bir film satın al, otur izle... Bunların tatmin ettiği bir sürü insan arasında anlamsızca gezin. Uyuyanların arasındaki yarı uyanık bir zombi gibi. Çıkış nerede, çıkış nerede, nerede... Hayır dinde değil, hayır ölmekte değil, hayır işte güçte değil, hayır parada değil, hayır günlük oyalamacalarda, aktivitelerde, modern hayatın saçma eğlencelerinde değil. Ama nerede?
Saçma...
Neden bu yazıyı yazıyorum ki?
Saçma...