07 Şubat 2012

KARANLIK ÖYKÜ


Gece, karanlık, çok karanlık…
Işık yok, hiç ışık yok, azıcık bile.
Birkaç saat önce ardı ardına yaktığım tütsülerin kokusu burnuma yapışmış, ciğerlerimden kanıma geçmiş, damarlarımda akıyor. Biraz da sigara dumanı…
Odam sıcak, belki de fazla sıcak. İçine gömüldüğüm emektar tekli koltuğumda oturuyorum, ucuz kadife kumaştan… Çıplak kollarım ona dokunurken yanıyor, çıplak sırtım ve çıplak bacaklarım da. Boxerım terden üzerime yapışmış.
Karanlığa bakıyorum, boşluğa, sonsuz karanlığa… Yüzüm pencereye dönük ama perdeler kalın, çok kalın… Onlar da kadife, koyu yeşil… Ama onları göremiyorum, sadece biliyorum, hissediyorum.
Ekranı kapalı bilgisayarımda aynı playlist dönüp duruyor. Hava ağırlaşmış, cıva gibi sanki, cıva soluyorum. Müzik de ağır, yoğun; kulaklarımı dolduruyor, oradan içeri akıyor, dibe çöküyor ve duruyor. Sürekli aynı sesler kendini tekrar ediyor; sesler artık anlamsız.
Kadehim boşalmış, şarap şişesi de öyle. Kalkarsam yenisini açarım, eğer kalkabilirsem; eğer bu yapışkan karanlık içinde hareket edebilirsem… Herşey yavaşlamış, ağır çekim bir film gibi; oda durmuş, öylece kalmış, dünyadan ve zamandan ayrılmış; bir küre gibi yükselmiş ve uzaklaşmış; karanlığa doğru emilmiş…
Kendimi hatırlayamıyorum. Nasıl bir görüntüm var benim? Bir bedenim var mı? Yüzüm neye benziyor? Şu anda sadece bir gölgeyim, bir silüet! Hiç detay yok; yüzüm yok, gözlerim, ağzım, ifadem yok. Sadece karanlık var, koyu bir karanlık.
Vücudumda tek bir yeri hissediyorum; midemin üzerinde, göğsümün ortasında…
Neden sanki bir ton ağırlığında? Neden yanıyor? Allahım neden yanıyor…  Canım çok acıyor. Göğsüm yırtılsın istiyorum; içimdeki bu çatırdayan kor göğsümü parçalayıp önüme düşsün. Düşsün ki sağlam bir tekme vurup uzaklaştırayım onu, dışarıya; bu odanın, zamanın durduğu bu karanlık kürenin dışına…
Biraz kıpırdanıp kendime geliyorum. Kadifeyle bütünleşmiş sırtımı zorlukla ayırıp öne eğiliyorum. Başımı ellerimin arasına alıyorum. Başım dönüyor…
Müziği duyuyorum yeniden, “HIM” çalıyor, “Razorblade Romance” albümünden bir şarkı… “Poison girl”… Nakaratı şöyle:
-          Hepsini sadece onun için yaptım
-          Hepsini sadece onun için
-          Ve aşk bizi ölü istiyor
-          Beni ve benim zehirli sevgilimi
Kafamın içi zonkluyor. Anlayamıyorum. O lanetli kavga nasıl başladı ki? Neden bağırdık birbirimize öyle? Neden söyledik o iğrenç şeyleri? Nasıl kapıldık o öfkeye? Nasıl nefret ettik birbirimizden, bir anda? İçim bomboş… Şimdi nerede o?
Hafifçe yerimden kalkıyorum, bir adım atıp önümdeki sehpahada duran sigarama uzanıyorum. Halı ıslak ve yapışkan. Çakmağımı alıp sigaramı yakıyorum. Gözüm koltuğun sol tarafında, yerdeki bir gölgeye takılıyor. Çakmağı tekrar yakıyorum ve titreyen ışık altında o gölgeye bakıyorum, sonra yerdeki kırmızı ıslaklığa, sonra tekrar gölgeye; elim titriyor…
Allahım ne yaptım ben? Ben ne yaptım allahım…